1 Temmuz 2013 Pazartesi

PARA ENERJİSİ VE BABA BAĞI





















PARA ENERJİSİ VE BABA BAĞI

Şimdi para enerjisinin dayanıklılık ve bekasının eril ilke ile bağından söz etmek istiyorum. Eril ilkenin ailedeki en önemli temsilcisi babadır. Baba ve eril ilke yaşamda sağlamlığı ve kalıcılığı temsil eder. Paranın kalabilmesi için babaya “evet” demeniz gerekir. Gökyüzü eril ilkenin en büyük temsilcisi, hava da yaşamanın olmazsa olmazı değil mi zaten? İster yağmur, ister fırtına, ister dolu, ister kar getirsin, havaya “hayır” diyebilir misiniz?
Babamıza “evet” demek, tıpkı hava gibi ona her koşulda rıza göstermektir. Başka bir deyişle ona tüm yaşamı, deneyimleri, suçları, eksik/fazla yanları, hataları, geçmişi, genetik kodlamasında kaydı bulunan bulunmayan tüm ataları, onların yaptıkları/yapmadıkları, evrensel/bütünsel sisteme verdikleri veremedikleri ile hiç ayırımsız total ve koşulsuz bir kabul anlamına gelir. Biz babamızın bazı yanlarını beğenmez ve reddersek…
İşiniz var. Çalışıyorsunuz, geliriniz birçoğunun özeneceği kadar yüksek. Demek dişi ilke, dünya ana ve tabii kendi annenizle ilişkileriniz gereğince iyi. Buna karşın kazancınızda bereket yok. Ne yapsanız en azından bir ev sahibi olamıyor, paranızın birikmesini sağlayamıyorsunuz. Hatta bu kadar gelire rağmen gelirinizi giderinize denkleştiremiyor, ay sonuna borçsuz ulaşamıyorsunuz.

Bir işyeri sahibisiniz. Çalışanlarınız, müşterileriniz memnun, ürününüz kolayca pazarlanıyor, vergilerinizi, SSK, Bağ-Kur ödemelerinizi düzenli gerçekleştirebiliyorsunuz. Para akışınız da iyi, tahsilâtlarda her hangi bir tıkanıklık görmüyorsunuz. Buna karşın kazancınızda bereket yok. Ne yapsanız en azından bir ev sahibi olamıyor, paranızın birikmesini sağlayamıyorsunuz. Herkese yardım eden, varlığıyla destek sunan siz kendiniz için belli bir rakamdan sonrasını ayıramıyorsunuz.

Her şeyin bu kadar iyi olmasına rağmen birikim yapamamanızı bir türlü açıklayamıyor, neredeyse nazara, büyüye bağlıyorsunuz…
Dikkat edin! Annenizle ilişkiniz gereğinden fazla iyi olabilir…
Bert Hellinger “düzen bir araya getirir, böylece sevgi akar” diyor. Aile en küçük toplumsal birliktir. Ailede evrensel düzen sevginin akışkanlığını sağlar. Ailede düzen her şeyden önce, ebeveynlerin vermesi ve çocukların alması üzerine kuruludur. Ebeveynler, kendi anne babalarından ve yaşam boyu birbirlerinden aldıklarını, çocuklara aktarırlar. Çocuklar ise önce ebeveynlerini anne ve babaları olarak kabul eder, sonra da onların kendilerine sunduklarını alıp kendi deneyimlerinden gelen zenginliklere temel olarak kullanırlar. Herkes daha önce kendi anne babasından ve daha sonra eşinden aldıklarını birleştirip sonraki nesle sundukça bir araya getiren düzen kalıcılık kazanır ve buna bağlı olarak sevgi sorunsuzca akar. Böylesi bir sevgiyle desteklenen kişi yaşamda tartışmasız başarıya ulaşır.

Burada sözünü ettiğimiz veriş ve alış genel bir veriş ve alış hali değil, tam olarak yaşamın verilişi ve alınışı halidir. Ebeveynler çocuklarına geldikleri sıraya göre yaşamdan elde ettiklerini verirler, çocuklar da geldikleri sıraya göre önce anne ve babalarından sonra büyük kardeşlerden yaşamı ve aile büyüklerinin yaşamdan elde ettiklerini alırlar.
En büyük kardeş en önce geldiğinden, anne babadan en çok alandır. O da kardeşlerine en çok verir. İlk kardeş herkese verir, ikinci abiden/abladan alır, kardeşlerine verir ve bu sırayla devam ederken, en son gelen kardeş anne babadan en az ve büyük kardeşlerden en fazla alan olur.

Yaşamın ilerleyen yıllarında, ebeveynler yaşlanıp bakıma muhtaç hale geldiğinde, diğer kardeşlerinden en çok alan küçük kardeş, anne ve babasının bakımını üstlenir. Böylece dengeyi sağlamaya gayret eder. Bu diğer kardeşlerin kendisine yardım etmeyeceği anlamına gelmez ama görevin büyüğünü üstleneceğine işaret eder. Bu zorlamayla değil, kendiliğinden olandır.
Sevgi düzenleri, çocukların yaşamı anne babalarından tam da onların verdiği gibi ve bütünlüğüyle almalarını gerektirir. Ayrıca anne ve babalarını “keşke benim annem babam daha farklı, -örneğin- daha zengin, daha kültürlü, daha zeki, daha akıllı olsaydı” türünden her hangi bir dilekle değil tam da oldukları gibi almalarını, kabul etmelerini gerektirir.

Bütün bunlar olurken elbette anne ve baba kendi arasında da birlikte düzen içinde olmanın ve sevginin akmasına izin vermenin yolunda olmalıdırlar. Bu yolda kalmayı reddetmeleri, aralarında sürtüşmelere, tartışmalara hatta kavgalara kadar gidebilir. Bu büyüklerin işidir ve küçükleri ilgilendirmez. Nehirlerin yukarı akamayacağı gibi, aile içi düzen de geriye doğru kurulamaz.
Çocuklar, görünen ne olursa olsun, ebeveynlerin sorunlarında taraf tutmayı reddetmek zorundadırlar. Her çocuk % 50 anneden ve % 50 babadan gelenlerle ortaya çıkmıştır. Anne ya da babanın bir yönünü reddetmek, eleştirmek, yargılamak, aynı zamanda kendi içindeki bir parçayı da reddetmek, eleştirmek ve yargılamak anlamına gelir. Kendisini bütün olarak alamayan kişi aynı zamanda içinde sevginin akmasını engelleyen kişidir.

Ancak genellikle ebeveynler kendi aralarındaki çözümsüzlükten kurtulmak veya karşı taraf önünde güç kazanmak adına çocuklarına baskı yaparlar. Bunu sözle veya davranışla ortaya koymaları ya da içlerinden geçiriyor olmaları çok da önemli değildir. Sadece aralarında sorun olması yeter. Bu görülmese de sezilir ve hatta ruh tarafından mutlaka bilinir. Çocuklar genellikle, göremedikleri ama sezgisel olarak bildikleri durumda da alenen ortada kavga olan halde de aynı davranır, toplum tarafından yönlendirilmiş bireysel vicdanlarının dayatmasıyla ezilen tarafın yanında olurlar.

Annenin babayı incittiği hallerde çocuk çok da istemeden hatta mümkünse gizlice babasının yanında yer alır. Annenin bunu fark etmesini çok istemez aslında ama vicdanına da yenik düşer işte. Babanın anneyi ezdiği durumlardaysa, çocuk açıkça, göstere göstere babaya kızar, kırılır. Bu davranış sanıldığı kadar saçma ya da gereksiz değildir.

Çocuk gözünde anne en önemli varlıktır. Neredeyse, anne olmadan çocuk da var olamaz. Baba daha sonra gelir ve çocuk en saf haliyle anne varsa babanın yerinin dolacağını sanır. O yüzden annenin mağdur olduğu hallerde taraf tutmak çok daha kolay ve sık rastlanılan bir haldir. Evlat, içten içe annesini üzen babasını yargılar, reddeder hatta elinden gelse cezalandırır. Ayrılık bilinci…
Oysa çocuk bu davranışıyla içindeki eril enerjiyi yargılamış, dışlamış, reddetmiştir. Yaşamdan sağlamlık, kalıcılık ve etkinlik enerjilerini çekebilecek ve kendisinde kalmasını sağlayabilecek alanda enerjisel kopukluk hatta yoksunluk başlatmıştır.
Benzer enerjiler birbirlerine çekilirler yasası gereği, kendi enerji alanında eksik ya da yetersiz olan eril enerji dışarıdan geleni alıp kendine katma ve kullanabilme olanağını kaybetmiştir.
Pek çok kez, çocuk bireysel vicdana kıyasla daha etkili olan sevgi düzenlerine ilişkin içsel bilgisine bağlı kalmayı böylece anne ve babasına eşit mesafede olmayı yeğler. Kendisi için neyin gerekli olduğunu bilen içsel sesi onu hata yapmaktan, kendini eksiltmekten, içerme kapasitesini daraltmaktan uzak tutuyordur. Ancak anne çok eziliyorsa, çocuğa “baban bana haksızlık ediyor, görmüyor musun, bir şey yap, senden başka silahım yok” mesajını, bakışıyla, duruşuyla, tavrıyla hatta gerektiğinde sözle o kadar net vermeye başlar ki, çocuk ister istemez etkilenir. Annesinin artık kendisine sevgi vermeyeceğini sanarak sırf o sevgiyi alabilmek adına kurban rolünü kabul etmeye başlar.

Bu noktadan sonra çocuk giderek zayıf düşmeye ve maddi kayıplara uğramaya başlar. İçsel sesi yaptığı hatayı maddi kayıplarla görünür kılmaya çalışıyordur. Anne desteği tam olduğundan buradaki durum para kazanmayı başaramayan insandan daha farklıdır. Parayı kazanıyor ama gitmesine bir türlü engel olamıyordur.

Bazen erken ölen eşe kırgın kalan anne, bilerek ya da bilmeyerek çocuğun da kırılmasına, erken ölümünü ve kaderini onurlandırması gereken babasına bırakın saygı duymayı kızgınlık duymasına bile sebep olur. Çocuk içten içe iki yönlü suçluluk duymaya başlar. Hem annenin kendisini sevmesi için babasını dışlamak zorunda kalmaktan hem de buna bağlı suçluluk duyarak annesini üzmekten rahatsızdır ama rahatsızlığını dillendirip anlamlandıramaz.
Ya da baba başka bir kadınla gitmek de dahil her hangi bir sebeple aileyi terk etmiş olabilir. Belki de baba para vermiyor ya da kumarda yiyordur. Birini öldürmüş, hırsızlık yapmış, bir şekilde kriminal bir davranışta bulunmuş cezaevine konmuştur. Babanın uzakta olması için haklı haksız pek çok sebep olabilir. Ancak bütün bunlar o çocuğun babası olduğu gerçeğini değiştirmez. Çocuk yukarıda da belirttiğim ve üzerine basa basa tekrar tekrar söylediğim gibi babasına saygı duymak ve onu tam da olduğu haliyle bir bütün olarak almak, kabul etmek zorundadır. Babayı yargılamak, eleştirmek, dışlamak, kendi parçasını dışlamaktır ki bütün olmamıza engel olan bu tür bir davranış bizim yaşamımıza sorunları davet eder çünkü sevgi akışı kendi seçimi yoluyla kesintiye uğramış ve engellenmiştir.
Özellikle baba yaşamın neşe kaynağıdır. Babasını yargılayan çocuk aynı zamanda yaşamın neşe kaynağını da yargılamış ve reddetmiştir.
Anne babamızı yaptıklarından dolayı yargılarsak içimizdeki cezacının harekete geçmesine engel olamayız. Suç cezasız kalmamalıdır, sosyal yaşam bizi ve vicdanımızı böyle eğitmiştir. İçimizdeki cezacının gücü anne babamıza doğrudan ceza vermeye yetmez. Bu nedenle biz çeşitli yollarla kendimize zarar ve böylece dolaylı olarak -kendi bünyemizde- ebeveynlerimize ceza verme eğilimine gireriz.
Kazalar, kayıplar, mutsuzluk bizim yaşarken içten içe sevindiğimiz deneyimler haline gelebilir. Ne de olsa, ebeveynlerimiz bizim bu halimize üzülüyorlardır. Ayrıca, kendimize ceza vermek, içimizde ebeveynimize ilişkin parçaya da ceza vermektir…
Kendimize zarar vermek için önce küçük kazalar yaratırız. Düşer dizimizi, dirseğimizi incitiriz. Daha sonra hastalıklar gelir. Ağır hastalıklar yaratıp, başta bizi babamızdan ayrı tutmaya gayret eden annemizi cezalandırır, sonra da babamıza “bak senin yüzünden neler oldu gördün mü” mesajı veririz.

Giderek neşemizi yitirmeye, içimize kapanmaya başlarız. Bu halimiz ebeveynlerimizin canını yakan, onları üzen bir haldir ve bunu sevgiyle kullanırız onlara karşı… Cezalandırma aslında bir dengeleme arzusudur. Eksik olanı sisteme katmak veya görünür kılmak adına yarattığımız bir yaklaşımdır. Neşeyle yakından bağlantılıdır.

Neşe eril ilkeye daha yakın olması nedeniyle, çocuğun yaşamına babayla geçirdiği zamanlar yoluyla katılır. Ancak annesini kaybetmekten korkan çocuk, babasıyla giderek daha az zaman geçiriyor ve dolayısıyla daha az neşeye ulaşıyordur. Giderek kendinin neşelenmeye değer olmadığına inanmaya başlar ve tabii cezayla elele olan kısır döngü de burada ona katılır…
Sıra neşesizliği dengeleme gereğine gelmiştir. Bu hali dengelemeye çalışan çocuk, iş yaşamında eğlenmeye, yaşamında eksik olan neşeyi oradan elde etmeye çabalar. Bu bilinçli bir yaklaşım değildir. Tamamen içgüdüsel ya da sezgiseldir.
Bir yandan anne sevgisini yitirme korkusu, öte yandan neşeye kendini değer bulmamak… Bocalamakta olan çocuk dengeyi para kazanıp o parayı elde tutamamakta bulur. Böylece neşe yaratmak için oynadığı oyunu her an yeniden, başka kostümler ve ayrı repliklerle sahneye koyabilecektir…

Başlangıçta söylediğim gibi kazandığınız paranın bereketi yoksa ne kadar kazanırsanız kazanın bir biçimde elinizden çıkıyorsa, bu oyundan da sıkıldıysanız, size önerim babanızın önünde saygıyla eğilip özür dilemenizdir.

Babanız çoktan dünyasına göçmüş, sizi ve annenizi yıllar önce terk etmiş ya da basitçe emekliye ayrılıp köşesine çekilmiş olabilir. Öyle bir durumu vardır ki bırakın size destek vermeyi, kalkıp kendi başına tuvalete gidemiyordur. Ya da her ne durumdaysa, yanınıza gelemiyor veya tüm olanlardan sonra ne yapsa sizin yüreğinize ulaşamıyordur.

Zihniniz size oyun oynamaya devam eder. “Babam zaten yaşlı, uzak, hasta, öldü, nerede olduğunu bile bilmiyorum” gibi tümcelerle sizi ondan uzak tutmaya başka bir deyişle ayrılık bilincinde olmanızı haklı kılmaya çabalar.

Siz onu dinlemeyin. Babanız nerede olursa olsun, ister yaşasın ister dünyasına göçmüş olsun, ister en iyi baba mansiyonu alacak kadar mükemmel, ister en kötü baba damgası yiyecek kadar zararlı olsun, siz ona saygıda kusur etmeyin. Babanız sizi görmese de ona saygı duyduğunuzu ve tam olarak nasılsa o haliyle kabul ettiğinizi duymasa da bilinçdışı alanda bu yaklaşımınızı bilecektir. O bilmese bile, sizin içinizde babanız aracılığıyla reddettiğiniz kısım geriye gelebilecek ve siz tekrar bir bütün olabileceksiniz.
Hayatta sağlamlık kazanmak, kolay ya zor kazandığınız paranın kalıcılığını sağlamak ancak bu bütünlüğü yakalamakla olasılık kazanır. Benden söylemesi…

Peki ne olacak? Ne yapmalı, nasıl başa çıkmalı?

Yapmanız gereken basit, babanızı, onun karşısında durduğunuzu ve gözlerine baktığınızı imgeleyin. Aynı anda babanızın arkasında tüm atalarınızın tüm deneyimleri ve onların sonuçları ile orada hazır olduklarını düşünün/var sayın. Babanızın gözlerine bakın ve sizi ne kadar sevdiğini görmeye gayret edin. Arkasında duran insan kalabalığına ve onların tüm ayrılık bilincine, kendi yaşamının tüm zorluklarına, annenizle olan tüm sorunlarına, kendi ebeveynlerinden alamadıklarına rağmen size yaşam verdiğini aklınızda bulundurun. Öylece bir süre kalın.

Sonra onun önünde eğildiğinizi, başınızı yere değdirip ellerinizi -avuç içleriniz yukarı bakacak şekilde- onun önüne doğru yere koyduğunuzu hayal edin. Bir süre öylece bekleyin ve sonra “babacığım sen büyüksün ben küçüğüm, bu güne dek sana saygısızlık ettim, çok üzgünüm, lütfen beni bağışla, seni seviyorum ve teşekkür ediyorum” deyin. Onun sevgisinin rahatlıkla size doğru akabildiğini, içinizin eksik kalan yanının tamamlandığını hissedene dek öylece kalın.

Bunu bir seferde yapamayabilirsiniz. Yılmayın, denemeye devam edin.



ZEYNEP ALAN SEVİL GÜVEN

29 Haziran 2013 Cumartesi

Ruhsal Şifacılıkta Uygulama

Ruhsal Şifacılıkta
Uygulama




Bu bölümde ruhsal şifayı uygulayabilmek için bilmeniz gereken her şey ayrıntılarıyla anlatılacaktır. Uygulama sizi bu konuda olgunlaştırır ve o olmaksızın olduğunuz halden olabileceğiniz hale ilerleyemezsiniz. Bir süre sonra kendinizi günde yirmi dört saat uygulama yaparken bulacaksınız. Bu iş sizin için artık şu ya da bu anda yaptığınız özel bir şey olmaktan çıkıp varlığınızın köklü bir parçası, bir yaşam tarzı haline gelecektir.

Gevşeme, meditasyon, açıklık, dokunma, şifa, güler yüz; tüm bunlar birleşerek insanın varlığını ifade etmesini sağlarlar. Elinizdeki bu kitap her ne kadar bir anlayışı geliştirmek ve öğrenmek için temel bir rehber ise de unutmayın ki sadece bir rehberdir. Sonuçta kendi sezgi ve anlayışınızla yüzyüze geleceksiniz. 

Hazırlık 

Çalışmalarınız için başka işlerde kullanılmayan bir oda bulmaya çalışın. Böylelikle zamanla odanın içerisinde bir atmosfer gelişecek ve kolayca içinize dönüp süküneti yakalayabileceksiniz. Eğer böyle ayrı kullanabileceğiniz bir odanız yoksa o zaman orada yapılan faaliyetleri kısıtlamaya çalışmalısınız. Örneğin çocuk ve televizyon gürültüsü ya da sigara içilmesi odanın atmosferini hemen değiştirebilir. 

Bununla beraber çalıştığınız yerin dışında farklı koşullarda (hastane gibi) te da vi etmeniz gereken hastalar olabilir. Bu nedenle, sürekli aynı yerde çalışmak ya da odanızdaki atmosfere bağlı olmak sizin için çok büyük bir önem taşımamalıdır. Başka bir yerde çaİıştığınızda kendinizi kayıp hissetmemelisiniz. Bazı kimseler yalnızca özel yerlerinde şifa yapabileceklerini ve ruhsal enerjiye akort olabilmek için bu özel yerde bulunmak zorunda olduklarını söylerler. Bu, bizim önerdiğimiz bir yaklaşım değildir. Ruhsal enerji, yalnızca bir kanala, şifacıya bağlıdır; dış şartlara değil. Şifacı gevşemiş, güvenli ve huzurlu olduktan sonra her yerde ve her zaman uygulama yapılabilir. İlahilik -içimizde olduğu için- her yerdedir ve belirli yerlerle sınırlandırılamaz! İç süküneti yakaladığımızda ilahilikle her zaman temasta oluruz. 

Kullandığınız odada kurumuş (ölü) çiçek ya da ölmüş başka bir şey bulundurmayın. Taze çiçekler, bitkiler ya da bir doğa manzarası bulundurabilirsiniz. Bu, size hayat ve gelişimle haşır neşir olma yoluyla ilham verecektir.
Aydınlatma için yumuşak bir ışığı tercih edin. Parlak ışık, hastanızın gevşemesini zorlaştırır, Mum ışığı ise görmeyi zorlaştıracağı gibi aynı zamanda bazı insanlar için itici gelebilecek "ezoterik" hisler yaratabilir. Yumuşak bir ışık ya da tercihen gün ışığı en uygunudur. 
Özel bir atmosfer yaratmaya hiç gerek yoktur. Tütsü ya da müzik hastalar için rahatsız edici olabilir. Tütsü dumanı bazı insanlarda hapşırığa yol açabilir. Ve hepimizin müzik zevki ayrıdır. Bunun için daha fazla rahatsızlığa sebep olmaktansa odanızı mümkün olduğunca sade ve gösterişsiz bir halde tutmanız daha iyidir. 
Hastanızı oturtmak için kullanacağınız sandalye, tercihen düz arkalıklı ve tahtadan yapılmış olmalıdır. Aynı zamanda hastanızı yatırmak için bir de masaya ihtiyacınız olacaktır. Masaj masaları bu iş için idealdir ancak aynı ölçüde üzeri battaniye ya da benzeri bir şeyle kaplanmış tahta bir masa da olabilir. Bu masanın üzerine temiz bir çarşaf örtün ve baş kısmına bir örtü koyun (yastık kullanılıyorsa yastık kılıfı). Baş için kullanılan örtüyü her hastadan sonra değiştirrnelisiniz. 
Oda ısısı normal düzeyde olmalıdır: Ne çok sıcak ne de soğuk. Hastanız giyinik olacağı için beden ısısını kaybetmeyecektir. Eğer oda fazla sıcak olursa uykuya dalacak tek kişi hastanız olmaz! 
Eğer ikinci bir odanız varsa ihtiyaç duyan hastalar ayrılmadan önce burada biraz dinlenebilirler.

Kişisel Tavır

Ruhsal enerjiye kanallık edebilmeniz için kişisel endişelerinizden kurtulmuş olmanız çok önemlidir. Her günün başlangıcında on dakika zihni sakinleştirmek için gevşeyin, meditasyon yapın ve içinize yoğunlaşın. Bunu her hastadan önce yapmanız gerekmez; günde bir defa yeterlidir. Buna kendiniz karar verebilirsiniz. Eğer kendinizi dağınık ya da karışık hissederseniz ya da zihninizde geveze çağrışımlar baş gösterirse o zaman bir süre ara verip sakinleşmelisiniz. 
Çalışma sırasında fazla yemek yememek oldukça yararlıdır. Dolu bir mide sindirim için enerji harcar ve uykunuz gelir. Az yemek suretiyle enerjinizi optimum düzeyde tutabilirsiniz. Bu anlatılanlar, kendinizi huzurlu/güvenli ve neşeli hissetmeniz için temel hususlardır. 

Ne Uzunlukta? Ne Sıklıkta?

Hastanın odaya girmesinden, çıkmasına kadar bütün bir tedavi kırk beş dakikadan fazla olmamalıdır. Bu süre, celsenin başında ya da sonunda yapılan konuşmaları da kapsar. Böylece esas tedavi yaklaşık otuz dakika sürer. 
Özellikle başlangıçta, bir gün içerisinde çok fazla hasta kabul etmemeye çalışmanız en iyisidir. Deneyiminiz arttıkça, sınırınızı saptayacaksınız. Genelolarak sabah iki, öğleden sonra iki olmak üzere günde toplam dört hasta yeterlidir. Eğer bu sizin için yorucu olursa o zaman bu sayıyı size en uygun şekilde düşürebilirsiniz. İki hasta arasında dinlenmek için kendinize zaman ayırın. Randevularınız saatte bir ise arada en az on beş dakika ara vermelisiniz.

Tanındıkça, hastalarınız sizi zor ya da uygunsuz zamanlarda görmek isteyebilir. Hastaların sizi suistimal etmelerine izin vermemek önemli bir husustur. Eğer uygun durumda değilseniz bunu söylemelisiniz. Diğer insanlar kadar kendinize de bakmalısınız. Her isteği karşılamaya kalkar ve kendi ihtiyaçlarınızı ônemsemezseniz, kısa zamanda tükenir ve kimseye yardım edemeyecek bir duruma gelirsiniz. 

İyileşmenin gerçekleşmesi için gereken tedavi sayı­sını önceden belirlemek mümkün değildir. Daha derin ve etkili olmak üzere bir ya da birkaç tedavi iyileşmeyi sağlayabilir. Belli bir sayı "vermek" şifacı olarak sizin yetkinizde değildir. Bununla beraber rahatsızlık ciddi ise, haftada bir, olağanüstü durumlarda iki olacak şekilde üç dört hafta düzenli olarak gelmesini hastaya örterebilirsiniz. Bundan sonra tedaviler iki haftada bire, daha sonra üç haftada bire vs. düşurulebilir. Tecrübe size gerekeni öğretecektir. Birçok hasta kendi istedikleri anda gelebilir. Bu yüzden eğer ihtiyaçları olduğunu hissederseniz daha sık gelmelerini önerebilirsiniz. Seçim daima onlarındır. 

Sorumluluk almaktan kaçındığımız ve başka birisi­nin bizi mümkün olduğu kadar çabuk iyileştirmesini istediğimiz zamanlarda olduğu gibi, hastalarınız da sizden çok sayıda şifa uygulaması yapmanızı isteyebilir. Fakat tedavinin artırılması iyileşmenin hızlanmasına sebep olmaz. Çünki beden ancak muhtaç olduğu kadar enerjiyi absorbe edebilir. Tedavi sürse bile daha fazlasını absorbe edemez. İyileşme, sabırla beklenmesi gereken doğal bir ritm içerisinde gerçekleşir. Hastaları aynı gün içerisinde bir şifacıdan diğerine giderken görebilirsiniz. Böylece daha çabuk iyileşeceklerini umarlar; fakat yanılırlar. Oysa içe bakış ve rahatlama çok daha yararlı olacaktır. 

Aynı gün içerisinde iki ayrı şifacıdan tedavi görmek aslında daha fazla karışıklık yaratır. Her şifacı kendi kanalıyla irtibatlıdır ve hastaya tedavi periyodu sona erene kadar tek bir şifacıya gitmesi önerilmelidir. Doğrudan elle yapılan şifa dışında diğer tedavi şekilleri (danışmanlık, akupunktur gibi) pek bir karışıklığa yol açmaz. Hatta iki ya da daha fazla uygulamacının aynı anda tek bir hasta üzerinde çalıştığı bilinir. Grup halinde şifa eelseleri fikri oldukça yaygındır; ancak gerçekten çok büyük bir yararı yoktur. Çünki bu dururnda enerjiler bedenin başa çıkamayacağı kadar karmaşık olabilmektedir.

Tedavinin ne sıklıkta olacağı aynı zamanda hastanın kan durumuna da bağlıdır. Yüksek derecede stres nedeniyle ve fiziksel sistemdeki rahatsızlıklar sonucunda şifacılar değişmez bir şekilde bedenin en fazla kirlenen kısmının kan olduğunu saptayacaklardır. Birikmiş stres, toksinIeri kana bırakır ve iyileşmenin ilerieyebilmesi için bunun temizlenmesi zorunludur. Tedavi devam ederken daha başka atık maddeler de kana karışacaktır. Örneğin mafsal iltihabı ya da benzer rahatsızlıklar azalırken bunların oluşturduğu kristaller yerlerinden koparak kana karışacaklardır. İşte bu sebeple, bu gibi şeyleri halletmek için kanın yeterince temizlenmesi gerekmektedir.

Başlangıç

Hastanız sizden bir randevu aldığında, öncelikle gelmeden önceki son bir saat içinde hiçbir şey yememesini ya da yemesi gerekiyorsa çok az yemesini söyleyin. Başlamadan önce daima ellerinizi yıkayın ve varsa kötü kokulardan arındırın. Üstünüz başınız da düzgün ve temiz olsun. Hastanız geldiğinde, kendisini rahat hissetmesine yardımcı olmak ve "bunun ezoterik ya da garip bir deneyim olmayacağı gerçeğini hissettirmek için onu sıcak bir gülümsemeyle karşılayın.

Bu temizleme sürecinde bitkilerden de yararlanılabilir. Kanın temıizlenmesi için önerilebilecek bitkiler: duuvrat kökü, karahindiba, sarı labada, kırmızı yonca, chapparol ve klorofil. Bunlar, çay yapılabilecek şekilde, kapsül  yada doğal halde satın alınıp her çayda beş farklı bitkiye kadar birarada kullanılabilir. Günde üç defa tercihen yemeklerden yarım ya da bir saat ônce içilebilir. Bu bitkiler aynı zamanda diüretik olarak da iş göreceklerinden idrara çıkmayı attırabilirler.

Hastanızı oturttuktan sonra sizi neden dolayı görmek istediğini sorun. Rahatsızlığını ifade etmesi, fiziksel, zihinsel duygusal olup olmaması ya da sadece böyle bir tedaviyi deneyimlernek için gelip gelmemesi sizin için o kadar önemli değildir. Fakat bu ona gevşemesi ve kendisini rahat hissetmesi için zaman verirken bu arada siz de onun enerjisine uyum sağlamak için zaman kazanırsınız. Fakat bunu fazla uzatmayın. Aksi halde tüm randevunuz bu konuşmayla geçebilir. Pek çok kimse sorunlarını anlatmak için sempatik bir dinleyiciye ihtiyaç duyar. İki saat süren uzun randevular istemiyorsanız, böyle bir rolü ustlennjenize gerek yoktur. 

Tedaviye başlamadan önce ne yapacağınızı hasta­nıza açıkça anlatın, Böylece hasta rahatlayacaktır. Açıklama yapılmazsa hasta ne olduğunun merakı içinde gerginlik ve belirsizlik içerisinde kalacaktır. Şüphesiz bu sakınılması gereken bir durumdur. 
Hastanıza tedaviye ilk önce oturur durumda başlayacağınızı açıklayın. Daha sonra ondan, önce sırt üstü ve sonra yüz üstü olmak üzere masaya yatmasını isteyeceksiniz. Yattığında eğer uykusunun geldiğini hissederse bununla mücadele etmemeli, uykuya dalacak gibi olsa bile buna izin vermelidir. Kafasından başlayarak kendisine hafifçe dokunacağınızı açıklayın. Gözlüklerini, ayakkabılarını ve ceplerindeki büyük cisimleri çıkartın.

Uygulama 

Ellerin farklı pozisyonlarını öğrenirken, ellerinizi pozisyon A'dagösterildiği gibi beden üzerinde yatay olarak tutmanızı öneririz. Pozisyon B'de olduğu gibi değil. Bu şekilde elleriniz beden üzerinde bir defada daha fazla yer kaplayacaktır. 

1. Sandalyede oturmakta olan hastarazın arkasında ayakta durun. Ona gözlerini kapamasını ve rahatlamasını söyleyin. Parmaklarınızı çok hafif bir şekilde omuzlarına koyup birkaç dakika bu durumda kalın (Resim 1). Bu, enerjilerinizin uyumlanmasını sağlar, konsantre olmanız ve sakinleşmeniz için size zaman verir. 

Hastanız sakin bir şekilde otururken ona nazikçe kalbini ve zihnini ruhsal aleme açmasını ve özel sorunu için olduğu kadar, zihinsel, duygusal, spiritüel ya da fiziksel olarak da yardım istemesini söyleyin. Bu, hastayı kişisel düzeyde sizin üzerinize odaklanmaktan uzaklaştıracaktır. 

Tanrı ya da ilahiliğin ne olduğu konusunda asla şart koşmayın. Çünki unutmayın ki size farklı inanç ve kültürlerden insanlar gelebilir. Bazıları içinbu, büyük bir Işık ya da enerji, Güneş ya da doğa olarak, diğerleri için ise sadece kendi kalplerine bakmak olarak algılanacaktır. 

Buradan itibaren -başka türlü belirtilmedikçe-gösterien her pozisyonda 1,5 - 2 dakika kalın. Eğer sorunlu bölge üzerinde çalışıyorsanız 3-4 dakika kalabilir yada tüm tedavi tamamlandıktan sonra tekrar dönebilirsiniz. Ellerinizi daima hafif bir şekilde tutun.Ne ağırlaşmasına nede basıncın artmasına izin verin. ( Resim 1 )


Tedaviler

Bir tedavi genellikle başa ve bedenin geri kalan kısımlarına uygulanır. Ondan sonra ihtiyaç duyulan bölgeler üzerinde extra zaman harcanabilir. Bütün bedeni tedavi etmek suretiyle aynı zamanda sorunla ilişkili bölgeler de iyileştirilmiş olacaktır. Gerekli bölgelere geri dönülmesi ya da o kısma daha fazla zaman ayrılması ekstra enerji verir. Ancak bu, bütünle ilişkili olarak yapılmalıdır. Bu, baş bölgesindeki problemler için dahi geçerli bir durumdur. Örneğin, göz sorunları çoğunlukla böbreklerle ve boşaltımla ilişkilidir. Bütün bedene uygulanan şifayla bu rahatsızlıklar iyileştirilir ve enerji, gözler üzerinde çalışmak için salınır.
Bununla beraber tedavinin birazcık farklılık gösterdiği özel durumlar da vardır: 
Kazalar: Sorun ne olursa olsun daima kafa üzerinde çalışın. Bu suretle şifa enerjisi serbest bırakılabilir ve şok geçer. Daha sonra bir elinizi kafaya, diğerini yaralı bölgeye tatbik edin. Şok için kalp üzerinde de çalışabilir­sınız. 
İncinme ve Burkulmalar: 5 dakika kafa üzerinde çalışın, daha sonra burkulan ya da ineinen yeri 10 dakika ellerinizin arasında tutun. 
Düşme: Bu da şoka sebep olacağındandolayı esas o,larak kafa ve omurga üzerinde çalışın, Yaşlı kimselerde kalp üzerinde de çalışmak gerekir. 

Baş Ağrıları: Baş ağrılarının farklı tipleri vardır: 

1. Başın ön kısmında olanlar: Bunun sebebi genellikle kötü sindirimdir. Bu tip durumlarda kafa dışında bağırsaklar üzerinde de çalışın. Boşaltım yararlı olacaktır. 
2. Başın arka ve üst kısmında olanlar: Bunun sebebi ise genellikle stres ya da kan akışındaki sıkışıklık dolayısıyla beyinde meydana gelen oksijen eksikliğidir. Kafa ve birkaç dakika tüm beden üzerinde çalışın. 

Varisli Damarlar: Eğer hastanın bacaklarında varisli damarlar varsa, bunlar yüzeye yakın olduğundan bacağa doğrudan dokunmayın ya da ellerinizi çok yaklaştırmayın. Ellerinizdeki ısı damara zarar verebilir. Bu yüzden bu bölge üzerinde çalışırken ellerinizi 4-5 cm yukarıda tutun. 
Duygusal ve Psikolojik Krizler: Daima kafa üzerinde çalışın. Bu tip durumlarda kalp ve dalak üzerinde çalışmak da yararlı olabilir. Çünki kafa ile bu iki organ arasında doğrudan bir bağlantı vardır. 

Bitiş 

Tedaviyi bitirdikten sonra olanları unutun ve her şeyi oluruna bırakın. Daha sonra hastamza, "Her şey bitti. Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz" deyin. 
Ciddi bir hastalığı ya da ayakları tedavi ettiyseniz mutlaka ellerinizi yıkayın. Ayrıca tedavi süresince birikmiş olabilecek fazla sıvıyı boşaltmak için tuvalete gitmenizi de öneririz. 

Hastanız genellikle büyük bir huzur duygusu içerisinde kendine gelecektir. Fakat bazen hastaeve gittikten sonra yatma ihtiyacı duyabilir. Böyle durumlarda hastaya yarım ya da bir saat dinlenmesinin kendisine iyi geleceğini söyleyin. Bu dinlenme sırasında uykuya dalarsa, uyanana kadar uyuyabilir. Bu zaman süresince tedavi süreci daha derin bir düzeyde sürecektir. Gerekirse ve eğer odanız varsa, hasta eve gitmeden önce dinlenebilir. 
Bazı durumlarda hastanız tedavi bitmeden uyuyabilir. Bu durumda hastayı uyandırmaya çalışmayın. Fakat her beş dakikada bir yavaşça şunları söyleyin: "Her şey yolunda; tedavi sona erdi; kalkabilirsiniz." Bu, uyanmadan önce on on beş dakika sürebilir. 
Tedaviden sonra, hastanız gitmeden önce, -eğer arabayla gidecekse- ona kendisini uykulu ya da sersem hissedebileceğini bu yüzden arabayı dikkatli sürmesini öğütleyin. 

Mümkünse hastanız gittikten sonra beş dakika kadar sakince meditatif bir dururnda oturun. Bu, kişiselliğin karışmasına ya da hastanızin sorunlarına saplanıp kalmanıza izin vermemek açısından çok önemlidir. Bir olayı dinleyip şifa verdikten sonra ilgilendiğiniz durumdan çok fazla etkilendiğinizi fark edebilirsiniz. Bu tavrı bırakmak zorundasınız. Hastalarınıza onlar için üzülerek yardımcı olamazsınız. Şefkat daha önemlidir. Onlara şefkat hislerinizi gönderin, gerisini bırakın. Hastalarınızı yanınızda taşırsanız kısa zamanda enerjinizi kurutursunuz. Siz yapabileceğiniz her şeyi yaptınız, daha fazlası sizin elinizde değildir. Sorunların içinde kaybolmak yerine samimi bir şekilde dinlemek ve enerjininengelsiz biçimde sizin vasıtanızla akmasına izin vermek daha iyidir. Eğer sorunların içine karışırsanız enerji akışına engel olur ve sorunlara çare olamazsınız. 

Yasallık

Eğer profesyonel olarak çalışmak niyetindeyseniz ülkenizdeki şifacılıkla ilgili yasaları gözden geçirmek iyi olur. Bazı yerler masaj lisansı ister, bazıları istemez. Hastanızla tamamen giyinik durumda çalışacak olmanız şartları kolaylaştıracaktır.


( Ruhsal Şifa El Kitabı - Georgia Regan - Debbie Shapiro )




www.spiritualizm.com  dan alıntı

26 Haziran 2013 Çarşamba

BEDENİMİZ BİZE NE SÖYLÜYOR






Bedenimiz Bize Ne Söylüyor?

Bedenimiz düşüncelerimizin ürünüdür. Düşüncelerimiz bedenimizin görüntüsünü, hormonlarımızın işleyişini ve sağlığımızı etkiler.
Bütün hastalıklar önce zihinde başlar. Aslında bütün hastalıkların kaynağı aynıdır ama her insanda farklı tezahür eder. Bütün hastalıkların ortak sebebi “Olumsuz düşünceler ve stres”tir.
Hastalığın sağlıklı düşüncelere ve sağlıklı ruhsal yapıya sahip olan bir insanın bedeninde barınabilmesi imkânsızdır.
Vücudumuz her saniye milyonlarca hücreyi yok edip yenilerini yaratıyor, her yedi yılda bir bedenimiz kendini yeniliyor. Bu mükemmel sistemi bozan ise bizim olumsuz düşünce ve duygularımız.
Kafamızda tekrarlanan her düşünce, zamanla inanç haline gelerek önce enerji bedenimizde daha sonra fiziksel bedenimizde yansımalarını gösterir.
Tekrarladığımız ve onayladığımız her cümle, olumlu ya da olumsuz bilinçaltımızda kalıplara dönüşür ve bu düşünceler doğrultusunda hissetmeye ve davranmaya başlarız. Birçok hastalığın genetik olduğunu düşünüp buna inandığımız için ailemizde yaşayıp gördüğümüz bir hastalığı bizim de yaşayabileceğimize inanmayı seçeriz.
“Ailemde bu hastalığa yakalanmış insanlar olabilir ama ben onlardan daha bilinçliyim, onların koşullarından farklı bir hayatım var ve ailemin sağlığı ile benim sağlığım arasında bağlantı yok” demek de bir seçim, “Ailemde bu hastalık yaşanmış, büyük bir ihtimalle ben de çıkacak” demek de bir seçim.
Genlerimiz, düşüncelerimizi, seçimlerimizi ve yaşam biçimimizi belirlemiyor, sadece olasılıkları belirliyor. Buna inanmak ya da inanmamak bizim seçimimiz.
Başımıza gelen her türlü sağlık sorununu biz yaratıyoruz. Sağlığımızın sorumluluğu tamamen bize ait.
Sağlıklı olmak, fiziksel bedenimizde bir hastalığımızın olmaması demek değildir.
Bedenimizin, zihnimizin ve duygularımızın uyum içinde olduğu bilinçli, mutlu ve üretken olabilmektir.
Sağlık, hastalık, mutluluk ya da mutsuzluk, yaşadığımız hayatı bir yük ya da armağan olarak görmek, yaptığımız seçimlerin sonucudur.
Yaptığımız seçimlerin sonuçlarını beğenmediğimiz için suçu başkalarında ya kaderde aramak, bizi mutsuzluktan ya da hastalıklardan kurtarmaya yetmiyor.
Sağlıklı ve mutlu olmak bizim doğal hakkımız. Zihinsel, ruhsal ve bedensel sağlığımızı korumak için kendimize zaman ayıralım. Bedenimizin diline, bize ne söylemeye çalıştığına kulak verelim.
Hepimizde görülebilecek bazı rahatsızlıklar yoluyla bedenimizin bize vermek istediği mesajların yapılan araştırmalarda %90-95 oranında doğru olduğu görülmüştür;

BAŞ AĞRILARI
Kendimizi yanlış, değersiz görmekten yani onaylamamaktan kaynaklanıyor.
Başınız ağrımaya başladığında kendinizi hangi konuda hatalı bularak yargıladığınıza dikkat edin ve hemen o konuyla ilgili kendinizi affedin.
Migren türü ağrılar kendilerine çok baskı yapan mükemmeliyetçi kişiler tarafından yaratılıyor. Migrene yoğun olarak bastırılmış kızgınlık sebep oluyor.

BOYUN VE BOĞAZ
Boynumuzla ilgili yaşadığımız sorunlar, kendi bakış açımızla ilgili inatçı bir tutum sergilediğimiz ve her konuda haklı çıkmak isteyen bir kişiliğimiz olduğu anlamına geliyor. Eğer sadece “tek yol” ya da “tek bakış açısı” olduğu konusunda inancımız varsa hayatın çoğuna kendimizi kapatıyoruz demektir.

BOĞAZ
Boğazımızla ilgili yaşadığımız sorunlar, olaylar karşısında hakkımızı aramaktan çekinmek, “ben buyum” cesaretini gösterememekten kaynaklanıyor. Ayrıca boğaz bedenimizdeki “yaratıcı akışı” temsil ediyor. Yaratıcılığımızı ifade edemediğimizde ya da engellendiğinde boğazımızda sorunlar baş gösterir.
Başkalarının hayatını yaşamaktan kendi istediklerini yapamayan, sürekli anne, baba, eş, sevgili ve çocuklarının istekleri doğrultusunda yaşayan insanların çoğunda boğaz hastalıkları ve tiroid sorunları görülüyor.

SIRT AĞRILARI
Sırt destek sistemimizi temsil eder. Burada yaşadığımız sorunlar yeterince destek göremediğimizin ifadesidir.
Sırtımızın üst bölgesindeki ağrılar, duygusal anlamda destek yoksunluğu hissettiğimiz anlamına gelir.
Orta kısmı, hissettiğimiz suçluluk duygusuyla ilgilidir. Geçmişte yaşadığımız olaylarla ilgili hissettiğimiz suçluluk ya da olayları bastırarak hatırlamak istememekten kaynaklanır.
Sırtımızın alt bölgelerindeki ağrılara genellikle, yaşadığımız ekonomik sorunlar yol açar.

GÖĞÜSLER
Anne olmamızın sembolü. Göğsümüzde yaşadığımız sorunlar, aşırı koruyucu olmak anlamına gelir. Annelik sürecimizin bir parçası da nerede elimizi çekeceğimizi bilmek, çocuğumuzun büyümesine ve hata yaparak olgunlaşmasına izin vermektir. Göğüs kanserinin olduğu yerde derin bir öfke ve kırgınlık vardır.

KALP
Kendimizi sevgiden ve yaşama sevincinden yoksun bırakırsak, kalbimiz sağlığını yitirir. Yaşarken yarattığımız dramlara, kendimizi öyle kaptırıyoruz ki, her an çevremizde olan küçük sevinçleri göremiyoruz ve sevgiye ve yaşama sevincine kendimizi kapatıyoruz. Kalbimiz tek başına kriz yaratmıyor. “Krizi yaratan biziz”.

MİDE
Mide sorunları genellikle korku ve stresten kaynaklanıyor. Ülser, yeterli hissetmemenin yoğun korkusu. Başkalarını memnun edebilmek için harcanan yoğun çaba, işimiz ne kadar önemli olursa olsun kendimizi yetersiz hissetmemiz.

CİLT
Bireyselliğimizin ifadesidir. Başkalarının üzerimizde gücü olduğuna duygusuna kapılırsak cildimizde sorunlar baş gösterir. Cilt sorunlarından kurtulmanın en etkili yollarından biri gücünüze tekrar sahip çıkarak, günde yüzlerce defa “kendimi onaylıyorum” demektir.

ŞİŞMANLIK
Korunma ihtiyacımızı temsil eder. İncinmekten, eleştirilerden korktuğumuzda ya da güvensizlik hissettiğimizde yemeğe sığınıp kilo almaya başlarız. Dönem dönem yaptığımız rejimler sonuç verir ama rejimi bıraktığımız anda kilolar geri döner.
Kendimizi zaaflarımızla sevmek, onaylamak, hayata güvenmek ve güvencede olduğumuzu bilir ve hissedersek en ufak bir sorunda yiyeceklere sarılmayız.
Hayatımızda ne olduğundan çok, nasıl tepki gösterdiğimiz önemli. Tüm yaşadıklarımızdan yüzde yüz sorumluyuz.

Fiziksel bir sorununuz olduğunda önce zihinsel nedenine bakın.
· Sessizce oturun, içinize yönelin ve kendinize sorun.
“Bende bunu yaratan hangi düşüncelerim olabilir? ”

· Şu sözleri tekrar edin:
“Bilincimde bu koşulları yaratan düşünce kalıplarımı bırakıyorum”.

· Yeni düşünce modelinizi bularak, konuyla ilgili olumlamanızı yaratın ve bunu defalarca tekrar edin.

· İyileşmenizin zaten başlamış olduğunu kabul edin ve hissedin.

Alıntı

21 Haziran 2013 Cuma

Bolluk Bereketi hayatına çekmek için Kendini değiştir...



Bolluk Bereketi hayatına çekmek için kendini değiştir

Bolluk seviyen, kendini ifade etmenin temel yollarından biridir. Bolluk içinde olmak, özündeki doğal özgürlükle olan bağlantını ifade etmektir. Paranın kendisi özgürlük değildir. Bolluk enerjinin bolca alkışıdır. Bu akış kendisini para, destek, eşzamanlılık ve sevgi olarak ifade eder. Bolluk akışı içinde olduğunda istediğin şeyi yapmakta, olmak istediğin kişi olmakta özgür olursun. Tüm bunlar aynı zamanda büyük değişim potansiyelini ifade eder.
İster para, ister özgürlük ister sevgi yoksunluğu olsun, yoksunluk inancıyla kendi hikayemizi tanımlarız. ”Eğer bolluk içinde olsaydım, şunları şunları yapardım” diye sıklıkla konuşuruz. Rüyalarımızı neden yaşayamadığımızın, niye bize doyum vermeyen durumlar içinde hala kaldığımızın ya da neden mutlu olmadığımızın mantıksal açıklamalarını yapmak için yoksunluk mazeretini kullanırız.
Yoksunluğa odaklanmak kişinin kendisini tanımlamasında çabucak çok güçlü hale gelebilir. Yoksunluk içinde ne kadar mutsuz ve sefil olursak,aynı zamanda hayatımız statik ve rahat hale gelir. Yoksunluk, bilinmeyen korkusunu ( kontrol edilemeyen değişimi ) bizden uzakta tutar. Mutsuzluk ve sefalet inanılmaz derecede rahat olabilir.
Bu alışıldık güvenli mutsuzluk ortamında, bolluk akışını açmak,hikayemiz için büyük boyutlarda tehdit edici olabilir. Yoksunlukt an dolayı birçok şeyi yapmamızın mümkün olmadığına dair inancımızla direndiğimiz tüm değişimler için ayağımızı frenden çekmek,çok tehdit edici olabilir. Yoksunluk inancı,bolluğun getireceği tüm değişikliklere karşı gösterilen direncin inancıdır. Açılım ve bolluk birbirinden ayrılamaz ; ikisi de akışın ve değişimin sembolleridir. Onlar akışını kontrol edemeyeceğiniz nehirlerdir. Hayatında akışa ve değişime izin vermek,onları kontrol edemesen bile güvenli olduğunu kabul etmektir.
Bolluğun özgürlüğüyle, hikayemizi tümüyle yok etme yeteneğimizi acilen kullanabiliriz. Bu nedenle hayatımızda bolluğun olmaması bir hata değildir ; bir anlamı vardır.
Bolluk seviyen sana bir mesajdır. Eğer mesajı işitirsen, temsil ettiği değişime de izin verirsin. Bolluk, direnç gösterdiğin değişimin taşıyıcısıdır. Mesajı işitmek, bolluktan mahrum olmanın sana nasıl hizmet ettiğinin farkında olmaktır. Bunu görebilmek için yoksunluğu reddetmekten vazgeçmen gerekir.
Yoksulluk da bir hata değildir ; yoksulluğu seçtik çünkü hikayemize bir şekilde hizmet ediyor. Yoksulluk bizi,kendimizi yok edici eğilimlerden koruyor olabilir, işi bırakıp inzivaya gömülmekten koruyor olabilir. Yoksunluk bizi korkularımızla yüzleşmekten koruyan bir mazeret olabilir,rüyaları mızı gerçekleştirmenin sorumluluğundan bizi koruyabilir. Terk etmekten korktuğumuz bir kişiye bizi suni olarak bağlayabilir. Evdeki hayatla yüzleşmek istemediğimiz için, bizi uzun saatler çalışmak zorunda bırakıyor olabilir. Kendi değersizlik duygumuzun direkt yansıması olabilir. Yoksulluğun doğal durum olduğuna inanıyor olabiliriz. Nedeni her ne olursa olsun, yoksulluk inançlarımızın bir yansımasıdır.
Yoksunluk durumunun mesajını işit. Realiteni dönüşüme açtığında bolluk gelir. Bolluğun realiteni kontrol edemeyeceğin biçimde değiştireceğini bil.
Genellikle insanlar realitelerinin fazla değişmeden aynı kalmasını ama daha çok paraya sahip olarak daha konforlu yaşamayı isterler.Bolluk akışı böyle kontrol edilebilen bir şey değildir. Kontrol bolluk akışını kapar.Bolluk hayatınıza kontrollü biçimde gelmez.Bolluk özgürlüktür ; kontrol,ö zgürlüğü bastırmak ister. Değiştirmek isteyeceğiniz şeyler listesi ve aynı kalmasını istediğiniz şeyler listesi işe yaramaz. Para hayatınızı hiç beklemediğimiz biçimde değiştirir.Bu öngörülebilen ve belirlenebilen bir enerji değildir. Para hayatınıza yeni şeyler getirir,hayatı mızdan bazı şeyler götürür. Bolluk kontrol edilemeyen değişimdir. Bu kadar basit.
Değişimi istemek ile değişime ihtiyaç duymak arasındaki farkın farkında ol. Eğer bolluğu arzu ediyorsan,nası l geleceğine ve seni nasıl etkileyeceğine dair bir tanımlama yapmadan kendini değişime aç. Bolluğu değişim , güçlenme ve özgürlük enerjisi olarak hisset. Bu duyguyu kontrol ihtiyacından özgürleşerek tüm varlığınla hisset. ve doğanda zaten var olan bolluğun akmasına izin ver.
Tıpkı açılım gibi,bolluk bilinci, kendimizi ve realitemizi tanımlamalardan özgürleştirme bilincidir. Bolluk bilinci varlığımızın bol enerjisini hissetmektir. Bolluk bilinci dışsal zenginlik değildir; kendi sınırsızlığımızın içsel bilincidir.
Bolluk bilincini hissetmek, bolluğu dış realitemize de yansıtmaktır. Realitem iz bolluk bilincinin akışında ise, zavallı, fakir, silik, ezik, değersiz, kibirli, kendini beğenmiş, despot olamayız. Bolluk bilinci, kendi harikuladeliğinin varlığından akmasıdır. Olmak istediğin her şey,içindeki bu akışla olur. Realite seni mutlu edemez. Realite ancak kendi içindeki mutluluğu sana yansıtabilir. Kendi değerini içinde hissettiğinde,dış dünyada da değerli bulunacaksın. Kendi değerini biçen sensin.
Bolluğu hayatına sokmak için, yoklukla özdeşleşmeyi bırak.Yoksunluğa tepki duyduğun ölçüde,kendini yoksunluğa mahkum edersin.Bolluk, yoksunluğun yadsınması değildir. Yoksunluk, doğal halimiz olan bolluğun yadsınmasıdır. Kontrolü elden bırakmadan yoksunluktan çıkamazsın.
Kontrolle inşa edilen zenginliğin temelleri yoktur. Bu tür zenginlik,onu korumak için sürekli çaba gerektirir. Daima onu kaybetme korkusu ile kuşatılmıştır. Gerçek bolluk,öylesine kolaylıkla akar ki,asla kaybetme korkusu hissedilmez. bolluğun zorluğu sadece ne kadar bolluğa sahip olma konusunda kendimize izin vereceğimizdedir. Hayatı ndaki değişimlerin akışı karşısında ne kadar güçlüsün ? Ne kadar dönüşüme, özgürlüğe ve sevgiye izin verebilirsin ? Hikayenden ne kadar vazgeçebilirsin ?
Hayatında bolluğa izin vermek için, şu andaki bolluk seviyenin anlamlı olduğunun farkında ol. Anlamını bildiğinde, neden mükemmel olduğunu da netlikle görebileceksin. Anlam bize bolluğa niçin ve nasıl direndiğimizi de gösterir. Eğer direncimizin temsil ettiği korkuyla yüzleşmeye hazırsak, realitemizi değişime açmaya da hazır oluruz. Yokluk ve sınırlılıkla özdeşleşmek sona erer.
Bolluğun akışının içinden akmasına izin ver. Kendi gücünü ve harikuladeliliğini hisset. Enerjinin bolluğunu hisset. Bu gücün ve harikuladeliğin hiçbir beklenti ve kontrol olmadan realitene yansımasına izin ver. Varlığının açılımında kendine özgürce yaratma iznini ver. Dünyayı etkilemek,iz bırakmak senin hakkın. Dünyayı değiştirmek hakkın. Kendi özgünlüğünün ifadesine izin ver.Bolluk, sahip olduğun dış zenginlik tarafından belirlenemez. Bolluğun kaynağı sensin. Bolluk, özgürlüğünün ifadesidir. 



alıntı

27 Mayıs 2013 Pazartesi

BEDENLERİMİZ GEÇMİŞ YAŞAMLARI NASIL HATIRLAR



Bedenlerimiz Geçmiş Yaşamları Nasıl Hatırlar


Mana evine daldık, Vücut seyrini kıldık. Yunus Emre

Beden çetele tutar. Bessel A. van der Kolk

Subtil Beden Hafızaları; Eterik Etki

Derin bir biçimde bir regresyona girdiğimizde genellikle fiziksel ağrı, kusur, zorluk ya da güçsüzlüklerin olağandışı bir biçimde canlı hatıralarını görürüz ve tüm bunları tam olarak vücut bulmuş bir farkındalıkla deneyimleriz. Bir kılıç darbesinin, tecavüze uğramanın ya da başı kesilmenin hayali acısını hissetmek ömürler boyunca varlığını koruyan travmatik kalıntıların en yüksek seviyesine ulaşmamızı sağlar.

Önceki bölümde, Juan idam edilişini canlı bir biçimde yeniden yaşamıştı ve bu, tüm yaşamı boyunca çektiği boyun ağrılarının temelinde yatan şeydi. Elmore'un kronik bel ağrısı acımasızca dövülme hatırasını taşıyordu (Bölüm 3) ve Madeline'ın köle sahibi olduğu yaşamdan kaynaklanan suçluluk hissi, aynı ölçüde dehşet verici olan bir hatırayı onun boyun ve omuzlarına yüklemişti.

Bu tür fiziksel hatıralar bir regresyonda su yüzüne çıktığında, özellikle şimdiki yaşamda hiçbir nedenleri olmadığında bizi şoke ederler. En iyi açıklama, bu hatıraların süptil bedende -yani fiziksel bedeni çevreleyen ve ona nüfuz eden süptil enerji katmanlarında- gömülü olduğudur (Bazı araştırmacılar bunu "hücresel hafıza" olarak adlandırmıştır ama bu metafor ne yazık ki yanıt getirmekten çok, soruların doğmasına yol açar. Bitkilerin, hayvanların ve insan bedenlerinin çevresinde Kirlian fotoğrafçılığı tekniğiyle kaydedilebilen biyoelektrik auralar üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda, Rus araştırmacılar bedenin içinde ve etrafında manyetik alanlar gibi "enerji alanları"ndan söz ederek konuya daha çok açıklık getirmektedir).

Hem geçmiş yaşam araştırması hem de geçmiş yaşam terapisi bu konuda çok etkileyici kanıtlar biriktirmiştir: süptil bedenin ilk seviyesi aracılığıyla -bunu eterik alan ya da şablon olarak ifade ediyorum- miras alman bu eski travmalar canlı bedende döküntüler, bozukluklar, doğum lekeleri, çeşitli uzuvlarda zayıflıklar ya da zayıf bir mesane, zayıf bir kalp, jinekolojik problemler gibi organik bozukluklar olarak sürekli olarak etkisini göstermektedir.


Geçmişten Gelen Yaralar

Geçmiş yaşamdan kaynaklanan yaraların eterik seviyede süptil beden üzerindeki yıkıcı etkisi abartılmamalıdır. Bu birçok bakımdan geçmiş yaşam regresyon çalışmasında yapılan en radikal keşiftir ve fiziksel iyileşmeye yaklaşımımızı kökten de ğiştirme potansiyeline sahiptir.

Geçmiş yaşam yarasının hatırlanması ve eterik alanda ortadan kaldırılması durumunda iyileşmenin nasıl gerçekleşebileceğine ilişkin bazı örnekleri sizinle paylaşmak istiyorum:

1- Sophie yıllarca migren ağrılarından şikayet etmişti. Bir seminer sırasında, 19. yüzyılda batıdaki bir maden kasabasında genç bir kız olduğu geçmiş yaşamını keşfetti. Alkolik babasının tacizlerine ve merhametsiz davranışlarına maruz kalıyordu. Bir keresinde, ona karşı koymaya çalışmıştı ve babası eline geçirdiği demir bir çubukla kafasına vurmuştu. Genç kız kafasına aldığı darbe sonucunda ölmüştü.

Sophie bu korkunç ölümü yeniden yaşadığında, demir çubukla kafasına vurulurken aniden "çok şiddetli bir baş ağrısı" hissetmişti. Sonra bedeninin dışındaydı ve kendisine ve çok pişman olan babasına yukarıdan bakıyordu. Ruhu bu korkunç sahneden uzaklara giderken, başının etrafından muazzam bir enerji çıkışı hissetti. O günden beri migren ağrıları hiç tekrarlanmadı.

2 - Pedro kronik omuz ve bel ağrılarından şikayetçiydi ve hiçbir kiropraktik veya beden çalışması işe yaramamıştı. Bir regresyonda, Güney Amerikalı bir köylü olduğu tarih öncesi, geçmiş yaşamına gitti. Tapınakları ve piramitleri inşa etmek için kendi halkının bir çoğunu köle gibi kullanan bir antik kabileye esir düştüğünü gördü. Yıllarca zorluk çekmişti, taşlarla dolu küfeleri yukarılara taşımıştı.

Çalışmayı aksatan ya da yavaş çalışan köleleri merhametsizce kırbaçlayan nezaretçilerin gözetiminde çalışmıştı. Günün birinde bedeni daha fazla dayanmadı ve olduğu yerde çöküp kaldı. Kısmi felç geçirmişti. Beli tutmuyordu ve bir daha asla çalışamayacaktı. Açlıktan ölüme terk edildi ve korkunç sırt ve boyun ağrılarıyla acı bir biçimde öldü. Ama ruhu bardoya ulaştıktan sonra aşağıya doğru bakıp bedenini gördü ve artık belini büken işi yapmak zorunda olmadığım anladı. Sırtındaki ağır yükü fırlatıp attığı bir iyileştirici psikodramanın ardından, Pedro omuzlarım ve sırtını tamamen farklı bir biçimde hissettiğini söyledi. Ağrıları hiç tekrarlamadı.

Flavio kalçalarında ve sağ bacağındaki kronik eklem ağrılarından mustaripti. Ağrılar büyük oranda eklemler civarında olsa da sağ bacağının dizden kalçaya kadar her zaman gergin olduğunu da söylemişti. Birçok terapide yapılacağı gibi onu ağrılarından uzaklaştırmaya çalışmak yerine, gerginliği artırarak bir öykü üretmek için ağrılı bacağı serbest bırakmayı tercih ettim. Flavio kendini 18. yüzyılda bir denizci olarak gördü. Gemisi bombalanmıştı. Gülle sağ bacağının alt kısmını paramparça etmişti ve gemideki doktor, bacağı diz üzerinden kesmişti. Acıdan çığlıklar atarken, iki irikıyım denizci onu zor zapt etmişti. Sağ bacağındaki ve kalçalarındaki korkunç ağrılara neden olan gerginlik buydu: Bacağını doktor kesmesin diye tüm gücüyle çekmeye çalışmıştı.
Aşırı kan kaybı ve travmadan dolayı çok geçmeden ölmüştü ama bedeni sonuna dek mücadele etmişti.

Flavio kendini geminin ve denizdeki savaşın üzerinde gördüğünde, halen öykünün dışında değildi ve bedeni halen şiddetli ağrılarla kasılıyordu.
Seminerde gerçekleştirdiğimiz bir psikodramada, doktor ve yardımcılarını canlandıracak sağlam yapılı üç adam buldum. Adamlar Flavio'yu tuttuğunda gerginlik derhal ikiye katlandı.

"Bacağımı kesecekler," diye çığlık attı.
"Bedenin ne yapmaya çalışıyor?" diye sordum.
"Bacağımı korumaya çalışıyorum!"

Bacağını korumak için ne kadar mücadele ettiğim deneyimlemesi için onu serbest bıraktım. Daha soma da doktor ve yardımcılarının onu bırakmasını istedim. Flavio sol bacağını onlardan uzaklaştırabildi. Bunu yaparken olduğu yerde yıkıldı ve tükendi. Bütün gerilim kaybolmuştu. "Bak, bugün bacağını kaybetmedin," dedim, "halen yerli yerinde!" Bacağım kurtarmak için muazzam bir tamamlanmamış savaşı tamamlaması gerekmişti: korkunç ölümün eterik izleriyle bacak ve kalça kaslarında kilitlenen eski bir mücadeleyi sonunda tamamlamıştı.

Fiziksel/eterik travmanın iyileştirilmesi bardoda gerçekleşir; eski sahneden ayrılmayı, artık onun son bulduğunu anlamayı ve onu serbest bırakmaya karar vermeyi ve süptil bedeni yeniden organize etmek için bir dizi spirituel ya da imgesel strateji kullanmayı gerektirir. Pedro ve Flavio'nun vakalarında, yükün ortadan kaldırılmasını veya bacağın kurtarılmasını psikodramada canlandırmak her ikisindeki donmuş ağrı kalıntılarını dönüştürmeye yetti. Bu onların şuurdışı zihinleri ve bedenlerinde etkili olan eski programı, çalıp duran eski kaseti sildi.

Eterik Yaraları Fark Etmek ve Temizlemek

Ölmeden önceki fiziksel mücadelenin son anlarını yakalamak, çoğu zaman rahatsız edici olmasına karşın iyileşme sürecinde kritik önem taşır. Geçmiş yaşam regresyon deneyimlerini gözden geçirmek için önerdiğim üçüncü temel soru, bu fiziksel / eterik motiflerin farkına varmak için son derece faydalıdır: "Ölüm anında güçlü fiziksel duyumlar veya ağrılar hissediyor muyum?"

Geçmiş bir yaşamdan ölüm hatırasını gözden geçirdiğinizde (4. Alıştırma'da) geçmiş yaşam kişiliğinizin bedenini terk edişinizi seyretmeniz ve kendinize, "Bu hatırlanan bedendeki herhangi bir şeyi halen taşıyor muyum? O ölümden ya da o yaşamdaki daha önceki bir fiziksel deneyimden herhangi bir ağrıyı, mesela istismarı, terk edilmeyi veya açlığı halen hissediyor muyum?" sorusunu yöneltmeniz istenmişti. Hissediyorsanız bedeninizin o parçasıyla çok nazikçe konuşmaya çalışın. "Her şey sona erdi. Artık bu ağrıdan kurtulabilirsin," deyin.

Enerji alanınızda gömülü kalan ağrı, deneyimin sona erdiğini kendi şuur seviyesinde "bilemeyebilir." Kendi kendini koruma motifi (sırt ve omuzlarda kasılma) ya da dehşet motifi (midede ülsere neden olan problem) bedende somatik bir tıkanma, gerginlik veya hastalık olarak yeniden canlandırılıyor olabilir. Ama ruhunuzun o parçasının hafızasına şöyle diyebilirsiniz: "Her şey sona erdi. Artık istismar edilen bir köle değilsin. Artık istilacıların kılıcına hedef olan bir yerli değilsin." Bu karakter kim olursa olsun, ona bu öyküden ve zihinsel, duygusal ve fiziksel enerji alanlarında her seviyedeki etkilerinden kurtulmanın zamanının geldiğini söylememiz gerekir.

Derin eterik yaraları iyileştirmek için faydalı olabilecek ikinci bir psikodrama türü de vardır. Geçmiş yaşamda ölürken ciddi bir biçimde yaralanan birçok insan, bardoda ruhsal yardımcılar tarafından bir tür spritüel hastaneye yönlendirilir ve orada, çeşitli biçimlerde şifaya ve genellikle de ışığa kavuşurlar. Bazen ruhsal bir hayvan zehri emip tükürür, yarayı iyileştirir ve süptil bedenin bir alanını kendi enerjisiyle kuvvetlendirir (Bu tür iyileştirmeler, ışıklı bedenle çalıştıklarından söz eden geleneksel şamanlar tarafından iyi bilinmektedir, şifanın süptil veya ışıklı bedende gerçekleşebileceğinin bilgisi bu şamanlar için aksiyomatik bilgidir).

Benzer bir biçimde, bardoda regresyon sırasında yaşanan iyileştirme boyunca ruhsal şifacılar ve ruhsal hayvanlar tarafından yönetilen ışık aktarımlarını kullanarak kesilmiş başları, kesilmiş uzuvları ve yanan derileri yenilemeyi ya da açık yaraları kapatmayı başarabiliriz. Spiritüel imgeleme maddesel dünyadan daha yüksek bir frekansta, daha yüksek alemlerde ya da bardolarda muazzam bir iyileştirme gücüne sahiptir.

Rosanna çeşitli jinekolojik problemler yaşamış ve zorlu hamilelik dönemleri geçirmişti. Hamilelikleri çeşitli komplikasyonlarla doluydu ve her seferinde sezaryenle doğum yapmak zorunda kalmıştı. Çocuk sahibi olmayı sevse de hamilelik dönemleri onun için kabusa dönüşmüştü. Hem o hem de kocası bir çocuk daha istiyordu, hamilelik dönemi bu kez o kadar sorunlu geçmemeliydi. Geçmiş yaşam seanslarının birinde, doğum sırasında birden çok kez ölümle karşılaştığını gördü. Bu senaryolar onu çok korkutmuştu. Ama en kötü hatıra, çocuğu bir kurban ayini için kendisinden alınan bir hamile kadınınkiydi. Toplum öylesine acımasızdı ki karnındaki çocuğu kesip çıkarmışlardı. Bu, Rosanna'nın taşıdığı en derin ve en acılı etkiydi ve yaşadığı sezaryenlerle net bir biçimde ilişkiliydi.

Regresyonlarda Rosanna ölüm sahnesinde bedeninin dışına çıktı. İlk başta her şey normaldi. Ama bedende ölümü yeniden yaşadığında, tüm yaşamı boyunca midesinde düğümlenen gerginlik ve dehşetin ne kadar derin olduğunu hissetti ve bunun şimdiki bedeninin bu parçasındaki problemlerin kaynağı olduğunu anladı. Ruh dünyasına gittiğinde, sevdiği ataları -büyükanneleri- onu görmeye geldiler. Kaybettiği bebeği de oradaydı ve gözyaşları içinde bir araya geldiler. Sonra büyükanneler onu kutsal bir şelaleye götürdüler ve kesilen karnını dikip, pelvik ve genital yaralarını temizleyerek onun süptil bedenini iyileştirdiler. Bunu yaparken ona antik kabile şarkılarını söylediler.

Dört Suptil Enerji Alanı

Süptil bedeni birçok farklı enerji alanı olarak gözümüzde canlandırdığımızda, zorlu bir geçmiş yaşam ölümü sırasında iz bırakabilen ve bir geçmiş yaşam regresyonu sırasında su yüzüne çıkabilen farklı türden "yarım kalmış işleri" daha net bir biçimde görebiliriz. Kendi regresyon çalışmanızda ilerlerken, alanları ya da benim çok sık vurgu yaptığım bedenleri gözden geçirmeniz, onlarla genellikle ilişkili olan sorunları belirlemeniz ve bunların bir geçmiş yaşamın güçlü bir izini oluşturmak için nasıl etkileşime geçtiğini görebilmeniz faydalı olabilir.

Antik Hintli bilge Patanjali'nin geleneksel yoga öğretileri temelinde, süptil enerji alanlarını dörde ayırabiliriz:

1 - Eterik ya da yaşamsal alan: Belirli bir ömürde iyileştirilmeyen ya da çözüme kavuşturulmayan tüm fiziksel yaraların, zedelenmelerin, sakatlıkların, hastalıkların ya da bedensel ağrıların izlerini taşır. Bu alan fiziksel bedene çok yakındır ve Çin akupunk­turu ve benzer sistemlerin bildiği tüm meridyenleri kapsar. Esas enerji formu, ai ya da prana veya daha basit bir ifadeyle yaşam gücüdür. Bu engellendiğinde ya da geçmişten yaralar taşıdığında, yaşam enerjisi akamaz ve hastalık ya da fonksiyon bozukluğu ortaya çıkar.

2 - Duygusal alan (astral beden): Geçmiş yaşamdan çözüme kavuşturulmamış hislerin ve duygusal travmaların canlı hatıralarını taşır: örneğin, fiziksel şiddet korkusu, adaletsizliğe duyulan öfke, umutsuz bir durum hakkındaki depresyon, büyük bir kayıp karşısındaki ıstırap, acımasız bir davranıştan duyulan suçluluk, istismar veya aşağılanmadan kaynaklanan utanç ya da herhangi bir başarısızlık nedeniyle kendini değersiz hissetme. Bu alan fiziksel bedenin etrafında iki veya üç karış mesafeye uzanır ve hislere veya ruh hallerine özgü renklerle bir kişinin şurası olarak hissedilebilir veya durugörürler tarafından "görülebilir."

3 - Zihinsel alan (zihinsel beden): "Onlara gününü göstereceğim." "Hiç kimse beni önemsemiyor." "Daha fazlasını yapmalıydım' ya da, "asla yeterli olmayacak," gibi takıntılı ve tekrara dayalı düşünceleri taşır. Ayrıca kişiliğin üzerinde negatif veya sınırlandırıcı bir etkiye sahip düşünceleri ve çoğu zaman duygusal bedendeki, "Başarılı değilim, onların güvenini boşa çıkardım." "Herkes bana bakıyor," ya da, "bir daha hiç kimseye güvenmeyeceğim," gibi hisleri doğrudan sürekli kılan düşünceleri de barındırır. Bu alan, bedenin etrafında daha da çok yayılabilir ve bazen bir odayı ya da büyük bir salonu bile doldurabilir.

Ölüm anındaki düşüncelerle, hislerle ve fiziksel duyumlarla ilgili üç temel soruya yaptığımız vurgudan dolayı bu üç alana zaten aşinayız. Ama bu üç alanı aşan dördüncü bir alan daha vardır.

4 - Spirituel alan (geçici beden): Bu süptil alan esasen bireye ait olmayıp Jung'un bireysel şuurun ötesinde kolektif şuurdışı olarak adlandırdığı şeyle ilgilidir. Kolektif şuurdışı aracılığıyla dış ruhsal kuvvetler diğer süptil bedenleri etkiler veya onlara nüfuz eder. Bu alanda belirli bir geçmiş yaşamda aramızda kuvvetli bir bağ olan insanların ruhlarıyla pozitif veya negatif psişik ve spirituel bağlantıların kalıntıları yer alır. Bunlar bizi başka insanlara bağlayan karmık bağlardır ve bunların farkına vardığımızda, şimdiki yaşamımız üzerindeki açık etkilerini görebiliriz. Spirituel alan diğer beden veya bedenlerle çeşitli biçimlerde etkileşen enerjileri barındırabilir.

Örneğin, geçmiş yaşamlarımızda ölen çocukların ruhları eterik alanın rahim kısmını etkileyebilir, bir zamanlar tanıdığımız yalnız ya da mutsuz varlıkların ruhları duygusal alanın kederli parçalarına eklenebilir, mağdur ya da terk edilmiş ruhlar onlara yapılan ihanetten dolayı suçluluk hisseden zihinsel alana öfkeli bir biçimde tesir edebilir.

Enerjinin ilk üç seviyesi -zihinsel, duygusal ve yaşamsal ya da eterik bedenler- ölüm anında bir toplam enerji torbası olarak havalanır. Bunlar Rus matruşka bebekleri gibidir, büyükanne bebeği alıp açtığınızda, içinden anne çıkar ve anneyi açtığınızda daha küçüğü çıkar, en sonunda da küçük bir bebeğe ulaşırsınız. Yani fiziksel bedeni bu bebek gibi düşünebilirsiniz. Ölüm sürecinde açığa çıkacak ilk katman en dış katman olan zihinsel bedendir. Bu, Patanjali'ye göre damgalanan veya gömülen düşünceleri taşıyan enerji alanıdır. Sonra damgalanan hisleri taşıyan duygusal beden gelir.

En son katman ise fiziksel bedene en yakın olan katman olan eterik beden, yaşamsal ya da yaşam enerjisi bedeni, yani Rus matruşka bebeklerindeki en küçük bebektir.

Bir insan öldüğünde bu üç seviyedeki etkiler onunla birlikte gider. Biri bedenlerin en küçüğü olan eterik bedende sırtından bıçaklanmışsa, bu bıçaklanma olayının damgasını taşır. Bu, eterik şablon haline gelir ve onun gelecek yaşamlarını fiziksel seviyede etkiler. Bıçağın görüntüsü bile süptil bedende eterik seviyede gömülü kalacaktır. Bıçaklanan kişi o sırada çok öfkeliyse -örneğin, bir bardaki kavga sırasında öldürülmüşse- duygusal bedende bu öfkenin derin bir etkisi olacak ve eterik bedende bu yarayla derinden bir bağ oluşacaktır (Öfke durugörürler tarafından kişinin bıçaklandığı noktanın etrafında kırmızı enerji olarak görülebilir). Bu enerji alam bıçak yarasının fiziksel / eterik damgasından ziyade, alanda daha da belirgindir ama damgalar olayın imgeleriyle bağlantılıdır.

Duygusal alanda ölüm travmasıyla bağlantılı olmayan başka kalıntılar da olabilir. Örneğin, ölen kişi çok yalnız bir yaşam sürdüyse, hiçbir arkadaşı yoksa, duygusal alanda yalnızlık imgeleriyle bağlantılı acılar olabilir.
Ölüm anında açığa çıkacak üçüncü katman ölen bireyin düşüncelerim -tüm zihinsel evrenim- kapsar (Ölen kişinin tüm yaşamının gözlerinin önünden geçmesi miti, hiç kuşku yok ki bununla bağlantılıdır). Bar kavgasında sırtından bıçaklanarak ölen kişi, öfkeyle, "Bunu ona ödeteceğim. Onu öldüreceğim. Bana bunu yapmaya nasıl cesaret edebilir?" diye düşünür. Bu düşünceler duygusal bir yön taşısa da nihayetinde düşüncedir. Patanjali'nin kavramlarım kullanacak olursak, enerji bedeninin, zihinsel bedenin dış kılıfında tutulan intikam fikirleridir. Zihinsel etki olarak sınırlandırılabilecek bu tür intikam düşünceleri, duygusal alanı yönlendirir ve sonraki yaşamlara taşman eterik şablonda kendilerine yer edinir.

Dördüncü enerji seviyesi olan spirituel beden, aslında bedenin dışındadır, bu yüzden onun "açığa çıktığından" söz etmek doğru değildir. Spirituel beden bireysel şuurdan ziyade, kolektif şuurdışına aittir ama bunun etkileri ölümden sonra yarıda kalan işlerin hatıralarında, ilişkilerin kalıntılarında ve ölen başka kişilerin psişeleri ile bağlantılarda hissedilir (Sebep olduğu ölümler yüzünden suçluluk hisseden bir general öldügünde, spirituel alanda bu hatıraların ve hatta ölen askerlerin ruhlarının etkisini hissedebilir).

Gelecek bedenin aurasında izler bırakan tüm bu enerjiler gerçekleştikleri yaşamın dondurulmuş ya da yoğunlaştırılmış imgelerini içerir. Regresyon çalışmasının yanı sıra enerji aktarımı, meditasyon ve çeşitli beden çalışması ve şifa türleri, genellikle hisle yüklü bu imgelerin parçalarını yüzeye çıkarabilir. Bir geçmiş yaşamın enerjisinin -zihinsel, duygusal, fiziksel, spiritüel-süptil bedenin farklı alanlarım nasıl etkilediğini anladığımızda, geriye dönüp bunu daha da incelikli bir dikkatle gözden geçirebilir ve üç temel soruya bir dördüncüsünü ekleyebiliriz:

"Ölüm anında ne düşünüyorum?"

"Ölüm anında ne hissediyorum?"

"Ölüm anında güçlü fiziksel duyumlar veya ağrılar hissediyor muyum?"

"Ölüm anında kiminle ilgili işim yarıda kaldı?"

Süptil bedenin farklı seviyelerinin etkilenmesini ve bunların bir geçmiş yaşamın tortularında diğerlerini nasıl etkilediğini net bir biçimde gösteren bir örnek vererek bu kısmı tamamlamak istiyorum.





Geçmiş Yaşamlarınızı İyileştirmek - Roger J.Woolger 

24 Mayıs 2013 Cuma

EN YARARSIZ DUYGU: “SUÇLULUK”


EN YARARSIZ DUYGU: “SUÇLULUK” 

‘Kendinizi kötü hissetmenin ya da yeterince endişelenmenin geçmiş ya da gelecek bir olayı değiştireceğine inanıyorsanız, 

DEĞİŞİK BİR GERÇEKLER SİSTEMİNE SAHİP BAMBAŞKA BİR GEZEGENDE YAŞIYORSUNUZ DEMEKTİR.’


Yaşam boyu hissedilen en boş duygular, GEÇMİŞ için SUÇLULUK duymak ve GELECEK için ENDİŞELENMEKTİR. Bu iki HATALI  ALANI inceledikçe birbirlerine ne kadar benzediklerini, hatta aynı alanın iki uç noktası olarak ele alınabileceklerini göreceksiniz.

SUÇLULUK şimdiki anınızı geçmiş bir davranışın sonucu paralize olarak geçirmenize yol açan mekanizmadır ve bu endişe de genellikle kontrol edemediğiniz şeylerle ilgilidir. Kendinizi henüz olmamış bir olayla ilgili endişelenirken ya da olmuş bitmiş olaylar hakkında SUÇLULUK duyarken hayal ederseniz, bunu çok net görürsünüz. Tepkilerden biri GELCEĞE, diğeri GEÇMİŞE yönelik olmasına rağmen, her ikisi de sizi üzme ve bugününüzü paralize etme amacına hizmet ederler. “Altın Gün”de Robert Jones Burdette şunları yazar:

“İnsanları çılgına çeviren bugünün deneyimi değil, DÜN OLAN BİR ŞEY İÇİN PİŞMANLIK DUYMAK ve YARININ GETİRECEKLERİNDEN KORKU DUYMAKTIR.”

SUÇLULUK ve ENDİŞE alanlarınız genişse, onları yok etmeli, temizlemeli ve SONSUZA DEK ARINDIRMALISINIZ. Yaşamınızın bir çok alanını istila eden o böcekleri imha edin!

SUÇLULUK duyduğunuzda geçmiş bir olaya odaklanır, yaptığınız ya da söylediğiniz bir şey hakkında üzülür veya öfkelenir ve bugününüzü geçmiş tavrınızı düşünerek tüketirsiniz. Konu ENDİŞE olduğunda da, değerli zamanınızı gelecek bir olaya takılarak harcarsınız. İster geriye, ister ileriye bakın SONUÇ AYNIDIR. “ŞİMDİ”nizi boşa tüketmiş olursunuz. Robert Burdette’nin “Altın Gün”ü gerçekten “BUGÜN”dür ve SUÇLULUK ile ENDİŞENİN saçmalığı şu sözlerle anlatılır:

“Bir hafta içinde hiçbir zaman ENDİŞE duymadığım iki gün vardır, korku ve ENDİŞEDEN uzak tutulan iki dertsiz gün: Bunlardan biri ‘DÜN’, diğeri de ‘YARIN’dır.

Suçluluğa Yakından Bir Bakış

Birçoğumuz yaşamda çoğu kez bir SUÇLULUK tuzağına, bizi gerçek bir SUÇLULUK Makinesine çeviren o belirsiz noktaya çekiliriz. Makine şöyle işler: Birisi; dediğiniz ya da demediğiniz, hissettiğiniz ya da hissetmediğiniz, yaptığınız ya da yapmadığınız bir şey yüzünden kötü bir insan olduğunuzu hatırlatma amaçlı bir mesaj gönderir. Sizin tepkiniz ise, kendinizi kötü hissetmek olur. Artık bir suç makinesisiniz! Ne zaman uygun yakıtı alsanız, SUÇLULUK duyarak tepki veren, yürüyen, konuşan ve nefes alan bir mekanizmasınızdır. Ve eğer SUÇLULUK üreten toplumumuza tam bir uyum sağlamışsanız, sık sık yağlanırsınız.

Neden yıllar boyu size yöneltilen SUÇLULUK ve ENDİŞE mesajlarını içselleştirdiniz? Çünkü, SUÇLULUK duymadığınızda “KÖTÜ”, ENDİŞE duymadığınızda da “İnsanlık dışı” olarak görüldünüz.

SUÇLULUK, hatalı alan davranışlarının en yararsızıdır ve duygusal enerjinin boş yere harcanmasına yol açar. Neden? Çünkü tanıma göre; zaten olup bitmiş bir olay hakkında bugününüzde paralize oluyorsunuz ve ne kadar SUÇLULUK duyulursa duyulsun geçmiş değiştirilemez.

SUÇLULUK yalnızca geçmişle ilgili bir kaygı değildir, geçmiş bir olayla ilgili olarak bugününüzün de paralize olması demektir. Paralize olma düzeyi, hafif bir üzgünlükten ciddi depresyonlara kadar değişebilir. Yalnızca geçmişinizden ders alıyor ve belirli bir tavrı tekrarlamamaya söz veriyorsanız, bu SUÇLULUK değildir. Hatalarınızdan ders almak sağlıklıdır ve gelişmenin önemli bir parçasını oluşturur. SUÇLULUK sağlıksızdır, çünkü bugününüzdeki enerjiyi geçmiş bir olayla ilgili incinmiş, üzgün ve kederli hissederek boşa harcarsınız. Sağlıksız olduğu kadar zararlıdır da! Ne düzeyde olursa olsun, SUÇLULUK duymak hiçbir şeyi değiştirmez. Tanrı sizi SUÇLULUK duyduğunuz için affetmez, o sizden sadece hatanızdan ders almanızı bekler. Bilakis, Tanrı sizin SUÇLULUK duygusundan paralize olmanızı ve mutsuz olmanızı istemez!

Ayrıca yoğun SUÇLULUK duygularını kendinize yaşatmak, öz benliğinizi ve öz güveninizi düşürür. Kendinizle kurduğunuz sevgi dolu diyalog zarar görür ve kendinize olan sevginiz azalır, hatta yok olur.

Suçluluğun Kökenleri

SUÇLULUĞUN bireyin duygusal kostümünün bir parçası haline gelmesi iki temel yolla olur. Birincisinde SUÇLULUK çok küçük yaşta öğrenilir ve olgunlaşma döneminden sonra, kenarda kalmış çocukça bir tepki olarak varlığını sürdürür. İkinci durumda, birey kendisine suçluluğu aşılar, çünkü benimsediğini söylediği bir kuralı ihlal etmiştir.

1). Artık Suçluluk(Çocuklukta Öğrenilen):

Bu tür, çocukluk anılarından kalanlarla birlikte taşınan duygusal bir tepkidir. Çocuklarda sonuç doğurmaya yönelik olmasına rağmen, olgun insanlar bile hala bu tip cümleleri kullanırlar. Bu artıkların bir kısmı şu tip uyarıları içerir:

“Bunu bir daha yaparsan baban seni sevmez.” (Tehdit içerikli suçluluk üretici yanlış eğitim tarzı)
“Kendinden utanmalısın.” (Sanki bu size yardımcı olabilirmiş gibi)
“Oh, peki! Ben sadece annenim, değerim yok herhalde.” (Tipik suçluluk üretici yanlış eğitim tarzı)

Birisi ailesini, arkadaşlarını, patronunu ya da yakınlarını üzdüğü zaman, bu cümlelerin ardındaki mesaj olgun insanlarda bile acı doğurabilir. Onların desteğini alma çabası yoğundur ve bu çabalar başarısız olup onayları alınamadığında, SUÇLULUK da yoğunlaşır.

Bu SUÇLULUK tavırları küçükken, büyükler tarafından yönetilmeyi öğrenmenin sonuçlarıdır, ama çocuk büyüdüğünde bile etkili olabilirler.

2). İnsanın Kendisine Kabul Ettirdiği SUÇLULUK:

SUÇLULUK tiplerinin bu ikinci kategorisi çok daha sorunlu bir alandır. Birey belirli bir süre önce yaptığı, ama çocukluğuyla bir ilgisi bulunması gerekmeyen şeyler nedeniyle paralize olur. Bu SUÇLULUK, bir olgunluk kuralı ya da moral bir değer çiğnendiğinde etkili olur. Acı çekmek, olanları değiştirmeyeceği halde, birey uzun bir süre kendini kötü hissedebilir. Bu türe örnekler; kişinin azarlanması ve bu nedenle kendinden nefret etmesi ya da Tanrı’ya uyumlu davranmamak, geçmişte kötü şeyler söylemiş ya da yapmış olmak gibi nedenlerle bugün duygusal bir bitkinlik hissetmektir.

Böylece, SUÇLULUK duygularınıza; ya artık var olmayan bir otoriteyi memnun etmek için ulaşmaya çalıştığınız toplum standartlarına bir tepki olarak ya da sevmediğiniz ama bir nedenle uymaya çalışıp kendinize aşıladığınız standartlara uyma çabasının bir sonucu olarak bakabilirsiniz. Her iki durumda da tavır aptalca, daha da önemlisi yararsızdır. Orada sonsuza dek oturup ne kadar kötü davrandığınıza dair feryat edebilir ve ölene dek suçluluk duyabilirsiniz. Ama bu suçluluk ne kadar çok olursa olsun geçmiş davranışınızı düzeltemezsiniz. Geçmiş sona erdi. Suçluluk duymak tarihi değiştirme çabasıdır ve geçmişin öyle olmamış olmasını dilemekten başka bir şey değildir. Ancak tarihin çarkları durdurulamaz ve yapabileceğiniz hiçbir şey yok.

SUÇLULUK duyduğunuz konulardaki tavrınızı değiştirmeye başlayabilirsiniz. Yapılan bir takım klinik deneylere göre, suçluluğu sık hisseden kişilerde onların adalet tuzağına düştükleri ve çoğunlukla yersiz SUÇLULUK duygusu hissettikleri saptanmıştır. İnsanın kendine verdiği zararın hiçbir düşmanının ve rakibinin veremeyeceğini görüyorum.

Toplumumuzun “Eğlenceli bir iş yaptıysan SUÇLULUK duymalısın.” gibi mesajlar gönderen sofuca zorlamaları vardır.  Yarattığınız SUÇLULUK tepkilerinin çoğu, öz olarak bu tür bir düşünceye dayanır. Belki kendinizi salıvermemeyi, “ayıp” bir şakaya gülmemeyi ya da belirli cinsel davranışları göstermemeniz gerektiğini öğrendiniz. Zorlayıcı mesajlar toplumumuzun her dokusunda vardır, ama zevk almaktan SUÇLULUK duymak tamamen kendi işinizdir.

Oluşturduğunuz bir SUÇLULUK cümlesini söylemek, aşmanız gereken nevrotik bir tavırdır. SUÇLULUK yardım edemez. Sizi paralize etmekle kalmaz, aynı zamanda istenmeyen tavrı tekrarlama olasılığınızı da arttırır. SUÇLULUK, istenmeyen tavrı tekrarlamaya bir izin olarak da görülebilir. Zihninizde, “Nasılsa yeterince SUÇLULUK duydum  - yeterince bedel ödedim, bu yanlış tavrı tekrarlamaya hakkım var” otomatik düşüncesi oluşabilir. Kendinizi SUÇLULUĞA gömme ödülünü koruduğunuz sürece, sizi mutsuzluktan başka bir şeye götürmeyen o kısır döngüye hapsolmaya mahkumsunuz.

Üstelik, oldukça sık ve şiddetli SUÇLULUK duyguları, sizi sadece mutsuz etmez aynı zamanda depresyon ve çeşitli ruhsal hastalıklara taşıyabilir. Masum ve vicdani gibi görünen bu duygu, insan psikolojisine çok zarar veren yararsız ve yanlış bir duygudur.

Dinlerin Aşıladığı SUÇLULUK

Din, SUÇLULUK üreterek davranışları yönlendirmek amacıyla sık sık kullanılır. Acımasız, insanları cezalandıran, korkutucu bir Tanrı kavramıyla insanlarda suçluluk üretir. Burada hayal kırıklığına uğrattığınız kişi, Tanrı’dır. Üstelik, bundan dolayı ceza göreceğiniz sizlere işlenmiştir. Bazı durumlarda iletilen mesaj, yanlış davrandığınız için cennete gidemeyeceğiniz bile olabilir. Bazı SUÇLULUK aşılayan cümleler şöyledir:

“Tanrı’yı sevmiş olsaydın böyle davranmazdın.”

“Günahların için tövbe etmedikçe, cennete giremeyeceksin.”

“Kendini kötü hissetmelisin, Tanrı’ya uyumlu davranmadın! Yeterince pişman olur, acı çekersen belki Tanrı seni affeder.” (Bu tip cümleler Tanrı’nın insanları affetmesinin koşulunun, SUÇLULUK duymak olduğunu aşılar. Oldukça zarar verici cümlelerdir.)

“Tanrı’nın yasalarından birini çiğnedin, kendinden utanmalısın!” gibi...
Diğer Kurumsal SUÇLULUK Üreticileri

Toplumumuzda bahşiş vermek güzel bir hizmeti değil, hizmet edilen insanın suçluluğunu yansıtır hale gelmiştir. Etkili uşak ve hizmetçiler, taksi şoförleri, otel görevlileri ve diğer hizmet alışanları, birçok insanın yanlış davranmasından doğan SUÇLULUKLA baş edemeyeceğini ve alınan hizmetin niteliğine bakılmaksızın standart bahşişi vereceğini öğrenmişlerdir. Bariz bir avuç açma, imalı yorumlar ve utandırma amaçlı bakışlar, SUÇLULUK üretmeye ve sonuçta da bahşişi almaya yöneliktir.

Rejim yapmak da SUÇLULUK dolu bir alandır. Rejim yapan kişi bir kurabiye yer ve bütün gün SUÇLULUK duyar, çünkü bir an için zayıflık göstermiştir. Kilo kaybetmeye çabalıyor ve üretici olmayan rejimi bozan tavırlara teslim oluyorsanız, bu durumdan ders alarak “ŞİMDİ”nizde daha etkili olmaya çalışabilirsiniz. Ancak SUÇLULUK hissederek kendinizi kınamak bir zaman kaybıdır – moral kaybıdır, çünkü bunu uzun süre yaparsanız aynı tavrı tekrarlarsınız. Bu tekrar, ikileminizden kurtulmak için bulduğunuz çıkış yoludur.

Cinsel İfade Suçluluğu

Belki de toplumumuzda, SUÇLULUĞUN en çok geliştiği alan cinsel yaşamdır.

Cinsel fanteziler etkili SUÇLULUK üreticileridir. Çoğu insanlar bu tür düşüncelere sahp olmaktan SUÇLULUK duyarlar ve terapideyken bile fantezileri olduğunu kendilerine itiraf edemezler. Aslında vücutta bir SUÇLULUK merkezi belirlemem gerekseydi, bu kesinlikle bacak arası olurdu.

Şimdi, SUÇLULUK duymanın psikolojik ödüllerine bir göz atalım. Şunu aklınıza yerleştirin: Ödülü ne olursa olsun, SUÇLULUK kendinizi aşağılamanıza yol açar. Bir dahaki sefere özgürlük yerine SUÇLULUĞU seçtiğinizde bunu hatırlayın.

Suçluluğu Seçmenin Psikolojik Ödülleri

İşte bugününüzü geçmişte yaptığınız ya da yapmadığınız şeyler yüzünden SUÇLULUK duyarak boşa harcamanızın temel nedenleri:

  • Bugününüzü olup bitmiş bir şey hakkında SUÇLULUK duyarak geçirerek, “ŞİMDİ”nizi etkili ve üretken bir tarzda kullanmak zorunda kalmazsınız. Kısaca, diğer pek çok savunmacı tavır gibi SUÇLULUK da kendinizi geliştirmekten kaçınma tekniğidir.

  • Sorumluluğu geçmişe dayandırarak hem değişim gibi güç bir işten, hem de değişimin getireceği riskten kaçınırsınız. Geçmişe dair SUÇLULUK duyarak kendinizi paralize etmek, bugününüzde gelişmek gibi sizce tehlikeli bir yolu seçmekten daha kolaydır.

  • Yeterince SUÇLULUK duyarsanız, sonunda kötü davranışınızın insanlar ve/veya Tanrı tarafından affedileceğine dair bir inanç vardır. Bu SUÇLULUK duyarak acı çekme, “Artık bedelini ödedim” mantığının temelidir. Kendinizce suçlarınızın, hatalarınızın bedelini kendinizi uzun süre kötü hissederek ödediğinizi otomatik olarak düşünrsünüz. Suç, hata ne kadar büyükse, özür dilemek ve durumun telafisi için gerekli olan pişmanlık süresi de o kadar uzar.

  • SUÇLULUK, çocukluğun güvenli ortamına dönmek anlamına gelebilir. Böylece bu yaşamda başkaları sizin adınıza karar verir ve size bakar. Bugününüzde dizginleri ele almak yerine, geçmişinize ait insanların değerlerine dayanırsınız. Buradaki ödül, yaşamınızın denetimini elinize almaktan kaçnmaktır.

  • SUÇLULUK, davranışınızın sorumluluğunu başkalarına yüklemek için, yararlı bir araçtır. Nasıl yönetildiğinizi görerek SUÇLULUK duymak ve SUÇLULUĞUNUZUN nedenini size ne hissettirmek isterlerse onu hissettirecek kadar güçlü o insanlara atmak kolaydır.

  • İnsanlar, davranışınızı onaylamadığında bile, bu davranış için SUÇLULUK duyarak onların onayını alırsınız. Sıra dışı bir şey yapmış olabilirsiniz, ama SUÇLULUK duyarak doğru davranış tarzını bildiğinizi gösteriyor ve hizaya getirilmek için gönüllü olduğunuzu belli ediyorsunuz.

  • SUÇLULUK, başkalarının ve kendinizceTanrı’nın merhametini kazanmak için de mükemmel bir yoldur. Merhamet kazanma isteğinin, kendinize karşı saygısızlığın göstergesi olması, durumu değiştirmez. Bu durumda, kendinizi sevip saymak yerine başkalarının merhametini almayı tercih etmiş olursunuz.



Suçluluğa tutunmanın en sık görülen nedenleri bunlardır. Bireyi aşağılayan tüm diğer duygular gibi, SUÇLULUK da bir tercihtir, onu kontrol edebilirsiniz. Bu duygudan zarar görüyor ve tamamen SUÇLULUKtan arınmak istiyorsanız ki ben şiddetle bunu öneririm, işte bunu sağlayacak bazı başlangıç stratejileri:

Suçluluğu Yok Etme Stratejileri

  • Geçmiş hakkında ne düşünürseniz düşünün, onu asla değiştirilmeyecek bir şey olarak görmelisiniz. Geçmiş sona erdi! Seçtiğiniz hiç bir SUÇLULUK, onu değiştiremez. Bilinçliliğiniz üzerine şu cümleyi özümseyin: “SUÇLULUK duymam ne geçmişi değiştirir, ne Tanrı SUÇLULUK duyduğumdan dolayı beni affeder, ne de SUÇLULUK duymak beni daha iyi bir insan yapar”. Bu düşünce tarzı, SUÇLULUK le geçmişten ders almayı ayırt etmenizi sağlayacaktır.

  • Yasalarda düşünce suçunun olmadığı gibi, manevi hayatta da düşüncelerimizden dolayı yargılanamayız. İstediğimiz her şeyi düşünebiliriz. Bu düşünce özgürlüğüdür.  İnsan olmanın doğal yapısıdır. Eğer düşüncelerinizden dolayı SUÇLULUK yaşıyorsanız, kendinize gereksiz ve boş yere acı çektirmiş oluyorsunuz demektir. Davranışa dökülmeyen düşünceler manevi anlamda da etkisizdir. Eğer aksi olsaydı, tüm insanlık hepimiz her an büyük suçlar işliyor olurduk.

  • Kendinize, geçmişten SUÇLULUK duyarak bugün hangi şeyden sakınıyor olduğunuzu sorun. Bu konu üzerinde çalışarak SUÇLULUK gereksinimini yok edebilirsiniz.

  • Tercih ettiğiniz ancak başkalarının hoşlanmadığı belirli şeyleri kabullenmeye başlayın. Böylece ebeveynleriniz, komşularınız, patronunuz, hatta eşiniz bazı tavırlarınıza karşı çıktığında, bu durumu doğal ve güçlü karşılarsınız. Kendinizi onaylamanız şarttır, başkalarının onayı ise güzeldir ama gerekli değildir. Onay gereksinimi duymadığınız an, onay getirmeyen davranışlara dair SUÇLULUK duygusu da yok olacaktır.

  • Bir SUÇLULUK GÜNLÜĞÜ tutarak, SUÇLULUK duyduğunuz anları yazın. SUÇLULUĞUN ne zaman, neden ve kiminle birlikteyken duyulduğunu ve geçmişe dair böyle acı duyarken bugününüzden neler kaybettiğinizi belirtin. Bu günlük, SUÇLULUK alanınıza ait bazı önemli ipuçları sağlayacaktır.

  • Değerler sisteminizi gözden geçirin. Hangi değerlere gerçekten inanıyor ve hangilerini kabul eder gibi yapıyorsunuz? Bu sahte değerleri yazın ve başkalarının dayattığı etik kurallarına göre değil, kendi belirlediğiniz değerlere göre yaşamaya başlayın.

  • Yaptığınız tüm kötü şeylerin bir listesini çıkarın. Her biri için kendinize on üzerinden SUÇLULUK puanları verin. Puanlarınızı toplayın ve toplamın yüz ya da bir milyon olmasının bugününüzü değiştirip değiştirmeyeceğini düşünün. “ŞİMDİ” hala aynıdır ve SUÇLULUK duygunuz tamamen boş bir duygudur.

  • Son bir haftadır ya da son bir aydır insanlara, doğaya, hayata karşı yaptığınız iyi şeyleri, iyilikleri kaydedin. Bunları tek tek okuyarak kendinizi tebrik edip onurlandırın. Ayrıca, kendinizle ilgili olumlu, iyi yanlarınızı da yazın ve bunları dışınızdan okuyarak kendinizi yüceltin. Çünkü, yeterince SUÇLULUK duygularıyla kendinizi aşağıladınız, hor gördünüz. Öz benliğinizi yüceltmenin zamanı geldi.

  • SUÇLULUĞU kullanarak sizi kullanmaya çalışanlara, hakkınızda duydukları hayal kırıklığına aldırmadığınızı öğretin.

  • SUÇLULUK duygularıyla sonuçlanacağını bldiğiniz bir şey yapın. Örneğin bir otele gidiyorsunuz ve kat görevlisi size odanızı göstermek istiyor. Bu odayı yalnız başınıza da bulabilirsiniz ve yanınızda yalnızca bir valiz var. Kendi başınıza gidebileceğinizi söyleyin. İtiraz ederlerse, yanınızda istemediğiniz bu kişiye zaman ve enerjisini boşa harcadığını, çünkü istemediğiniz bir hizmet için bahşiş vermeyeceğinizi belirtin.




Wayne W. Dyer